DOLAR 35,2124 -0.01%
EURO 36,8187 0.11%
ALTIN 2.970,140,07
BITCOIN 3310570-2.83451%
İstanbul
10°

PARÇALI AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’tan önemli mesajlar! Dikkat çeken Suriye ve İsrail açıklaması
  • obilio.net
  • POLİTİKA
  • TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’tan önemli mesajlar! Dikkat çeken Suriye ve İsrail açıklaması

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’tan önemli mesajlar! Dikkat çeken Suriye ve İsrail açıklaması

Son dakika haberi... TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Suriye'de muhaliflerin zaferine ilişkin, "Yılların birikimi içerisinde gerçekleşmiş olan bir şey. Bu sefer şu belli ki muhalif tarafın çok ciddi bir hazırlığı olmuş." dedi.

ABONE OL
Aralık 17, 2024 12:00
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’tan önemli mesajlar! Dikkat çeken Suriye ve İsrail açıklaması
0

BEĞENDİM

ABONE OL

SON DAKİKA HABERİ: Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet Acet’in hazırlayıp sunduğu Başkent Kulisi siyaset dünyasındaki önemli gelişmeleri ekrana taşımaya devam ediyor. Başkent Kulisi programının bu haftaki konuğu TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş oldu.

İstanbul’daki Meclis Çalışma Ofisi’nde konuşan Kurtulmuş, “Suriye’de olup bitenler Türkiye için ne ifade ediyor? Baas rejiminin çökmesi bölge dengelerini nasıl etkiliyor? Suriye’deki gelişmeler terörsüz Türkiye hedefini destekler mi? Yeni anayasa fikri yeniden rafa mı kalktı? Siyasi partiler yeni anayasa için neden bir araya gelemiyor?” sorularını yanıtladı.

Kurtulmuş’un açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:

“MUHALİFLERİN CİDDİ BİR HAZIRLIĞI OLDU”

On üç gün içerisinde deyim yerindeyse 13 yıl içinde boyunca bir netice alamayan muhalifler 13 gün içerisinde 61 yıllık Baas rejimini devirmeyi başardılar. Sizin beklediğiniz, böyle bir şey olacağına ihtimal veriyor muydunuz?

Şimdi tabii biz işin gördüğümüz kısmı çok hızlı oldu ama çok hızlı mı oldu derseniz, 61 yıllık bir Bağız rejiminden bahsediyoruz. Yani halktaki tepkiler bakımından artık bu kadar büyük bir birikmenin belli bir noktaya geldiği ve patladığı bir döneme girilmişti. Ve öyle görünüyor ki şimdi bu Sednaya Hapishanesi, diğer meseleler ortaya çıktıkça bizim bildiğimizden çok daha yoğun bir baskının yapıldığı, büyük bir zulmün yaşandığı, hemen hemen Suriye’deki neredeyse her ailenin bu zulümden üstüne payını aldığı, her toplum kesimine, farklı toplum kesimine, Türklere, Türkmenlere, Araplara, Kürtlere, Dürzilere, herkese büyük bir baskı uygulandı ve bunun sonucu dayanılmaz bir noktaya işin geldiği çok aşikar.

Dolayısıyla çok çabuk olduğu kısmını biraz tefsir etmekte fayda var.

“BİRDEN BİRE OLMUŞ BİR ŞEY DEĞİL”

Yani 61 yıl sürdü. Böylesine büyük bir zulüm ve özellikle 2011’in yazından itibaren başlayan sokak gösterilerle birlikte başlayan zulmün maksimum noktaya çıktığı bir 13 yıllık bir süre gerçekleşmiş oldu. Bir kere zaten Suriye’nin özgürleşmesinden sonra ortaya koyulan bu gösterileri halkın memnuniyetini gördükten sonra demek ki bıçak kemiğe dayandığının çok ötesine geçmiş ve bıçak kemiğe de zarar vermiş.

Dolayısıyla gelişmenin sonuçlarını hızlı gördük belki ama öyle birdenbire olmuş bir şey değil. Yılların birikimi içerisinde gerçekleşmiş olan bir şey. Bu sefer şu belli ki muhalif tarafın çok ciddi bir hazırlığı olmuş.

Öncesinde bu hazırlıklar gerçekleşmiş. Önce muhalif gruplar arasındaki koordinasyonun sağlanması. Arkasından bölgede etkin olan ülkelerin, Rusya’nın, İran’ın bir tek kurşun bile atmadan sahadan çekilmelerinin temin edilmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin her ne kadar ilgilenmiyoruz demesine rağmen ilgilenemediği bir ortamın ortaya çıkması ve çok hızlı sahadaki operasyonu, şehirlerin ele geçirilmesini, Çok hızlı bir şekilde gerçekleştirdiler. Ama öyle anlaşılıyor ki hazırlık dönemi de uzun ve dikkatli bir süreç olarak gelişmiş. Hem grupların koordinasyonu hem de diğer ülkelerin bu işin içerisine girmemesi müdahil olmaması konusunda… Türkiye mi yaptı? Hiç şüphesiz Türkiye bunların hepsini Türkiye’nin yaptığını söylemek doğru olmaz.

ERDOĞAN’IN ESED’E ÇAĞRISI

Rejimin çürüdüğü, çöktüğü yani bir hazırlık yapılıyor ama bunun tespiti de sanıyorum yapılmış ve bir zamanlama olarak da ona ne dersiniz?

Şimdi tabii burada son süreçte hatırlarsanız Sayın Cumhurbaşkanımızın Esed’a gelin bu işi konuşalım, görüşelim. Yani zaten bu 2013’lerde falan da gündeme gelmiş olan bir konuydu. Yani Esed rejimi kendisini olağanüstü güçlü olduğuna hükmetti ve kendisi dışındaki aktörlerin de yeterince gücü olmadığını zannetti. Eğer özellikle Türkiye’nin komşu olarak samimiyetle dile getirmiş olduğu bir müzakere süreciyle belki bir geçiş dönemiyle Suriye’de barışın sağlanması mümkün olsaydı hem bu kadar çok kan dökülmeyecek hem de Esed’ın akıbeti bu kadar hazin olmayacaktı belki. Ama sonuçta yani derler ya zalim korkar. Yani korktukça da aklın dışında hareket eder, mantığın dışında hareket eder.

Böyle bir noktaya geldi. Türkiye samimiyetle son anda bile yeniden Suriye ile birlikte ortak nasıl Suriye halkının geleceği için, özgür bir Suriye’nin oluşması için nasıl iş birliği yapılabilir bu anlamda elini uzattı. Ama maalesef bunu Esed anlayamadı.

Dolayısıyla kimsenin Türkiye’ye dönüp de yani bir suçlama konusu etmesi de gelinen noktada mümkün değil herhalde öyle mi oluyor? Haklı meşru bir zemine de oturmuş oluyor.

Tabii ki mümkün değil. Türkiye’nin hem devlet olarak yapmış olduğu şeyler hem de halk olarak yapmış olduğu destekler var.

Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir millet, milyonlarca insanın kardeşimiz, dostumuz, kültürel olarak çok müşterek noktamız olan bir halktan bahsediyoruz. Ama ne olursa olsun sınır kapılarında öyle günler oldu ki on binlerce Suriyeli’nin Türkiye’ye giriş yaptığı günler oldu. Meselâ Kilis gibi, Gaziantep gibi şehirlerimiz kilisin nüfusundan daha fazla Suriyeli kilise geldi.

“MİLLETİMİZDEN ALLAH RAZI OLSUN”

Gaziantep’te 400-500 bin Suriyelinin olduğu dönemler oldu. Yani hiçbir millet bu kadar büyük bir göçmen akımına göğüs geremezdi. Milletimizden Allah razı olsun.

Yarım bardak suyu varsa yarısını Suriyeli kardeşleriyle paylaştı. Ekmeği varsa dilimini böldü, somununu böldü, onlarla paylaştı. Bazı faşist odakların niye bu kadar çok Suriyelilere ev sahipliği yapıyoruz diye aleyhte propagandalarına rağmen bu millet hiçbir şekilde bunlara prim vermedi.

“HALKIMIZ BÜYÜK BİR İNSANLIK SINAVI VERDİ”

Evet yeri geldi, hakikaten dediğim gibi nüfus baskısı zor bir noktaya getirdi. Halkın tahammül sınırlarına işi yaklaştırdı. Ama hiçbir zaman bizim kültürümüzde ırkçılık olmadığı için, bizim kültürümüzde yolda kalmışa, mağdura, mazluma, düşküne el uzatmak olduğu için halkımız fevkalade büyük bir insanlık sınavı verdi.

Bunun altını çizmek isterim. Batı ülkelerinde 3-5 bin göçmen geldiği zaman ne yapacağını bilemeyen bir halkla karşılaşıyoruz. Mesela Ukrayna krizi dolayısıyla Batı Avrupa ülkelerinin bir kısmına Ukraynalı göçmenler gittiğinde İlk zamanlarda böyle büyük bir coşkuyla karşıladılar ama ondan sonra baktılar ki bunu batı toplumunun kabul edecek toplumsal bir zemini yok.

Bizde öyle olmadı. 4 milyona yaklaşan bir kitleyi Suriyeli kitleyi vatanımız milletimizin her köşesinde insanlarımız bunlara sahip çıktı. Zaman zaman çok büyük eleştirilere rağmen Sayın Cumhurbaşkanımız seçim kampanyalarında siyaseten aleyhine olabilme ihtimaline rağmen, hayır dedi biz ensarız, bize yardım elini uzatın diye elini uzatanlara karşı biz de yardım elimizi uzatmak zorundayız dedi.

Ayrıca milletin göstermiş olduğu bu halicenaplığı, kadirşinaslığı, yardımseverliğinin yanında devlet kurumlarda zaman içerisinde daha da profesyonelleşerek Daha da kurumsal kapasitelerini artırarak Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenlerin buradaki sorunlarının çözülebilmesi için seferber oldu. Yani özetle devlet ve millet olarak insani sorumluluğumuzu yerine getirdik, vicdani sorumluluğumuzu yerine getirdik. Hele hele komşuluk ve Müslüman kardeşliği üzerinden söylenebilecek her şeyin maksimum noktada gösterildiği yaklaşık 11 yıllık, 12 yıllık süre geçirmiş olduk.

Bu anlamda milletimizi tebrik etmek lazım, takdir etmek lazım. Zaten Suriye’nin özgürleşmesinden sonra hem Türkiye’deki yönetimin, Erdoğan yönetiminin hem de milletimizin göstermiş olduğu bu büyük fedakarlık dolayısıyla artık basıda da takdirler ve tebrikler gelmeye başladı. Yani bunu zaten başka bir ülke yapamazdı. Türkiye bu anlamda güçlü bir ülke olduğunu, bu bölgede söz sahibi olan bir ülke olduğunu gösterdi. ve Suriyelilere kapılarını açtı diye övgüler şimdi çok daha rahat ve net bir şekilde ortaya çıkmaya başladı.

“TÜRKİYE’NİN GÜCÜNÜ DE İHMAL ETMEMEK LAZIM”

Şunu çok açık ortaya koymak lazım. Bazı ülkelerin gücünü fazla abartmamak, Türkiye’nin gücünü de ihmal etmemek lazım. Bunu söylerken de asla rasyonel olmayan, irrasyonel bir haleti rüya içerisinde davranalım demiyorum. Ama Türkiye bu coğrafyanın en önemli, en asli unsurlarından birisidir ve bu coğrafyanın her köşesinde ecdadın ayak izleri vardır.

Diyelim ki Amerika Birleşik Devletleri’nden bahsediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri için Orta Doğu coğrafyası 10 bin kilometre ötedeki bir yerdir. Bizim için ise her kasabasını, neredeyse her köyünde izlerimiz olan, orada gönül bağlarımız olan, insanlarla müşterekliklerimizin olduğu bir coğrafyadır. Şimdi şu temel tespit yapmamız lazım ve bunu da günlük politikanın dışında değerlendirmek lazım. Bazı ülkelerin Orta Doğu politikalarıyla Türkiye’nin bu bölge politikaları arasında temelde bir farklılık vardır. Bazı ülkelerin Orta Doğu politikası böl, parçala, yönet tezi üzerine oturmaktadır.

Yani daha fazla böl, daha fazla ufala, daha fazla inisiyatifsiz hale getir ve çok kolay bir şekilde yönet. Dolayısıyla bazı ülkeler için bu bölgedeki en önemli milli çıkarlarını gerçekleştirecek şey daha fazla bölünmedir. Bizim için ise Türkiye için ise bu bölgedeki milli menfaatlerimiz daha fazla birleşme, bütünleşme, entegrasyon ve iş birliğinden geçmektedir. Biz bu coğrafyanın bölünmesini değil bütünleşmesini, evet sınırlar onun için diyoruz ki en başından itibaren Türkiye ve Suriye’nin toprak bütünlüğü bizim için en önemli önceliktir. Buranın bir bütün olarak sınırları korunmuş bir Suriye olarak devam etmesi lazım. Özgür ve demokratik bir Suriye olarak devam etmesi lazım.

Bizim milli menfaatimiz bundan yanadır. Türk’ün, Kürt’ün, Arap’ın, Acem’in, Sünni’nin, Alevi’nin, Şii’nin bölünmesi, parçalanması değil. Hatta gayrimüslim unsurlarıyla birlikte barış içerisinde yaşadığı bir coğrafiyi biz öngörüyoruz.

“İSRAİL’İN BÖLME PLANLARI”

Ve bunu da sadece bir masal olarak anlatmıyoruz, bir hedef olarak anlatmıyoruz. Asırlar boyunca bu coğrafyada, ta çok geniş coğrafyada, Balkanlardan başlayarak Kudüs’e, Masada çöllerine kadar olan o büyük coğrafyada insanların burunları kanamadan, hiçbir kimse etnik ve dini aidiyeti dolayısıyla ötekileştirilmeden, herkesin aynı şemsiye altında yaşadığı bir adalet düzenini, faks otomata kurmuş olan bir müktesebatla konuşuyoruz. Yani biz Halep derken, Hama derken, Humus derken, Kudüs derken bir hikayeden bahsetmiyoruz. Efendim bir hayalden bir ütopyadan bahsetmiyoruz. Geçmişte var olmuş yaşanmış bir gerçekliğin bugün de yaşanabileceğini söyleyerek bunlara yöneliyoruz. Dolayısıyla bunu görmek lazım. Evet İsrail’in bu bölge ülkelerini daha fazla bölme planları olabilir. Evet Amerika Birleşik Devletleri’nin bu bölgeyi daha fazla istikrarsızlaştırma planları olabilir. Başka ülkelerin olabilir. Ama sonuç itibariyle bir de bu bölge halkları var. Bu bölge halkları kültür itibariyle, birikim itibariyle, tarih itibariyle başkalarına ait değil, bu coğrafyaya aittir. Onun için bu bölgenin kültürel zenginliklerini ortaya çıkarmak ve bunların üzerinden iş birliğini yapmak lazım. Bir de ayrıca şunu söylemek gerekir ki, bir asır evvel Osmanlı Cihan Devleti dağılıp parçalandığında, o günün emperyalistleri Sykes–Picot üzerinden böl parçala yönet tezlerini ortaya koyduğunda, ortaya bir sürü devlet çıktı. Bir asır geçti üstünden. Şimdi Orta Doğu halkları şunu değerlendiriyor.

Yani bu anlamda bölünmenin sonu yok. Yani kabileler düzeyinde, mikromilyetçilikler düzeyinde bölünmeyi bile teşvik eden bazı görüşler olabilir. Hatta bazı destekler de olabilir. Bunun için biz diyoruz ki, burada herkesin, bütün toplum kesimlerinin, bu bölgenin asli unsuru olan halkların bir arada yaşama iradesini ortaya koyması lazım. Onun için de Suriye gelecekle ilgili çok önemli bir laboratuvar olacak. Bunun da altını çizmek isterim. Şimdiye kadar gayet iyi görünüyor. Muhalefelerin yaptıkları, söyledikleri, şehirlerde ortaya koydukları. Yani insanlar hepsi ellerine kovalar, temizlik malzemelerini alıyorlar, sokakları yıkıyorlar, süpürüyorlar.

Arasında Arap var, Kürt var, Türk var, Türkmen var. Farklı dinlerden, mezheplerden insanlar var. Yani bir müşterek hayalin de artık var olduğunu gösteriyor.

Bu anlamda burada bizim ilk günden beri söylediğimiz Suriye’nin toprak bütünlüğü, ondan sonra burada bütün toplum kesimlerinin hepsinin adil bir şekilde temsil edildiği, kendilerini var olduğu hissettikleri bir kapsayıcı sistemin kurulması, ayrıştırıcı değil kapsayıcı bir sistemin kurulması ve çok kısa bir süre içerisinde bu sürecin hızlı bir şekilde tamamlanarak ama ayakları yere basan bir süratle tamamlanarak burada demokratik bir Suriye’nin inşası için adımların atılması şarttır.

“TÜRKİYE BAYRAĞINI 12 YIL ARADAN SONRA BÜYÜKELÇİLİK’TE GÖSTERMİŞ OLDU!”

Ben de yeni Suriye ile alakalı yeni bir başlık açmak istiyordum. Siz giriş yapmış oldunuz. Yetkili vakamlar biz dahil olmadık diye açıklamalar yaptı ama batıda herkes Türkiye bu işin içinde diye yorumlar çıktı gazetelerde. Tam bu tartışmalar devam ederken bir anda MİT Başkanı İbrahim Kalın, Emevi Camii’nden bir görüntü verdi. Artı işte bu şimdi harekatı yapan gruplardan biri olan HTC’nin lideri Golani ile bir Şam turu yaptıkları kamuoyuna yansıdı. Bunu siz nasıl değerlendirdiniz? Görünce yani bir bayrak gösterme eğilimi midir bu Türkiye adına?

Türkiye bayrağını dün 12 yıl aradan sonra Büyükelçilik’te Türk bayrağını ortaya koyarak zaten göstermiş oldu. Ama onun da önemlisi zaten bu 12-13 yıllık süre içerisinde Suriye’nin hemen hemen her bölgesinde halkın Türkiye’ye duyduğu büyük bir sevgi, büyük bir muhabbet söz konusu. Bu hem de ayrımı gözetmeksizin herkesin ortaya koyduğu sevgi. Bu aslında Türkiye’nin büyük gücü burası.

DEMOKRATİK REHBERLİK

Yani bu milyarlarca dolarla satın alınamayacak bir şey. Bu büyük askeri güçlerle yapılamayacak bir şey. Bu gönülden gönüle halkın tarihsel bağlarını da kullanarak ve demin ifade etmeye çalıştığım gibi Türkiye’nin bu süreçte devlet ve millet olarak gösterdiği bu yardımseverlik dolayısıyla Suriye halkının içten içe ve derinden duyduğu bir sempati. Şimdi bu aslında zaten Suriye halkıyla Türkiye’yi bağlayan en önemli unsur budur. Bu anlamda da tabi ki devlet kurumları bundan sonraki süreçte Suriye’nin demokratik bir şekilde inşası noktasında ben ona demokratik rehberlik diyorum. Demokratik rehberliğini yapabilecek biri kime sahiptir.

Suriye’nin de Türkiye’nin böylesine önemli bir yol göstericiliğini kabul edeceğini ve ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla burada MİT Başkanımızın gidip orada namaz kılmış olması önemlidir. En az onun kadar önemli olan bir hususta gösterilerin birçok yerinde insanların, Suriyelilerin kendi kendilerine Türk bayrağını açmış olmalarıdır. Bu gönül bağını açık gösteren bir şeydir. Türkiye tabii ki bundan sonraki Suriye’deki, bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da her gelişmeyi yakinen takip edecektir. Ve burada ifade ettiğim gibi Türkiye’nin milli menfaatlerini koruyacak, yani Suriye’nin toprak bütünlüğünü temin edecek adımdan atılmasını temin etmek.

SURİYE’DE NASIL BİR MODEL OLACAK?

Bir Türkiye modeli, bir İslam dünyasında da AK Parti’nin temsil ettiği bir düşünce biçimi olmuştur. Demin kapsayıcılık, adil temsil gibi ifadeler, toprak bütünlüğü, ifadeler kullandınız. Nasıl bir model olacak? Esasenin şu an herkesin, bütün dünyanın kilitlendiği husus burası. Bir taraftan tabii yani işte mesela HTŞ’nin kendisini lavme edecek yani Birleşmiş Milletler’in terör listesinde olan bir örgüt olarak geldi. 2018’de Türkiye’de de aynı şekilde bu karara uydu. Şimdi bundan sonrası ile alakalı olarak efendim yani Hem uluslararası camiada yeni Suriye nasıl bir pozisyon olacak ve model olarak da nasıl bir Suriye modeli görmeyi arzu edersiniz?

Şimdi önce çok daha geniş bir şey söyleyeyim.

Fas’tan Endonezya’ya kadar geniş İslam coğrafyasındaki neredeyse bütün siyasi hareketleri gayet iyi, avucumuzun içi gibi biliyoruz. İki uç noktada bu hareketlerin temerküz ettiğini ve onun için de başarılı olamadığını, onun için birçok ülkede iç türbülansların ortaya çıktığını görüyoruz. Nedir? Bir kısmı, milletin değerleriyle, medeniyetiyle, İslam kültürüyle, İslam medeniyetinin birikimiyle hiç ilgisi olmayan, tepeden inmece, yukarıdan, Jacoben dediğimiz, işte Bağıs rejimi de aslında öyle bir şeydir. Sadece burada değil, Mısır’da ve diğer yerlerdeki… Azınlığın çoğunluğa tahakkümü. Doğal olarak Jacoben bir tavrı, tarzı benimsediğiniz için illa bu mezhepsel ya da etnik bir azınlık olması gerekmiyor.

Fikri bir azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği bir takım örnekler. Onlarca örnek var İslam dünyasında. Dolayısıyla halktan koptular. Rejimlerini tuttuklarını zannetseler de en güçlü olduğunu zannettikleri noktalarda bile halkla kendileri arasında bir gönül köprüsü oluşmadı. Diğer tarafta da ve daha çok İslami değerlerden, Müslümanlık, medeniyet değerlerinden uzak bir anlayış sergilenmeye çalışıldı. Diğer tarafta da adında çokça İslam olan ama demokrasi tecrübesini dikkate almayan bir takım siyasi hareketler gelişti.

El-Kaide gibi vesaire onların türevleri gibi Afrika’da şu anda var olan Eş-Şebab gibi bir takım onlarca örneğini gördüğümüz siyasi oluşumlar ortaya çıktı. Şimdi bunların ikisinin dışında İslami değerlerle, medeniyet değerlerimizle, kültüler değerlerimizle demokrasiyi iç içe geçirebilmiş, bunları birlikte uygulamayı başarmış ve burada siyaseten de başarılı sonuçlar elde etmiş olan örnek bir ülke olarak Türkiye duruyor. Diyebiliriz ki 1946 seçimlerinden 50 seçimlerinden bu yana devam eden süreç aslında bu ikisini birleştirme mücadelesidir. Milletin değerleriyle efendim medeniyetimizle kültürümüzle demokratik değerleri mecliseden ve bedeli çok iyi ödenmiş bir demokrasiye sahibiz. Darbelerle kesilmiş, başbakanı idam edilmiş, başbakanları iktidardan uzaklaştırılmış, 15 Temmuz’da da Recep Tayyip Erdoğan’a karşı bir darbe teşebbüsü yapılmaya çalışılmış ama milletin ferasetiyle bedeli ödenerek, ağır bedeller ödenerek gerçekleştirilmiş, kuvvetli, tahkim edilmiş bir demokrasiye sahibiz. Aynı zamanda da artık çok şükür özellikle giderek daha fazla daha iyi bir noktaya gelen devlet-millet kaynaşmasını da sağlayan bizim kültürel medeniyet değerlerimizle demokrasinin edilmesi, bütünleştirilmesi.

Ümidimiz odur ki Türkiye’nin aslında model dediniz ya ben bu model kavramını… İyi ki demişim, çok iyi bir açılım yaptınız. Ben model kavramını tutmam. Doğru bir laf olarak görmem. Her ülkenin çünkü kendi özgün yapısı vardır. Ama o özgün yapı içerisinde Türkiye’nin ilham vereceği en önemli hususun burası olduğu kanaatindeyim.

“BİZİM SURİYE’DEN BEKLENTİMİZ”

Yani demokrasiyle medeniyet değerleri birleşiyor. İlham kaynağı ifadesi olarak Türkiye’nin etki edebileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu süreçte Bizim Suriye’den beklentimiz, ümit ederiz ki, öyle olmasını temenni ederiz, kuvvetli bir demokrasinin yani çoğulculuğu sağlayan, farklı fikirlerin temsil edilmesine müsaade eden, şimdiye kadar gösterdikleri ilk yaklaşımlar bunun ipuçlarını veriyor. Ama bunları da kurumsallaştırarak, bunları da kökleştirerek ama değerlerimizden, İslami değerlerimizden, Suriye’nin medeniyet değerlerinden, kültürel değerlerinden asla onları kenara bırakmaksızın Bunları birleştirerek, bütünleştirerek kuvvetli bir takım Müslüman ülkelerin temel sonunu olan kuvvetli demokrasileri Müslümanlık düşüncesi içerisinde tahkim edebilecek, kuvvetlendirebilecek bir örneği Suriye ortaya koyabilsin.

Demokrasi açığı bulunan, birlikte barış içinde yaşama kültüründe zafiyetler bulunan geniş coğrafyamıza da gerçekten çok ciddi bir ilham kaynağı olarak ortaya çıkar.

Bir Suriye modeli diyeceğim ben yine ama oradan kendine özgü. Ama bu çok önemli bir husus. Şu an Türkiye dışında yok mu hiç İslam dünyası?

Var tecrübeler var ama bir kutuplaşma olduğu için ya bir tarafta İslam’ı savunanlar ya bir tarafta İslami değerlerden uzak kendilerince yönetimler kurmaya çalışanlar. Artık bu devrin geride kalması gerektiğini, eğer dünyayı hele hele küreselleştiğimiz bu dünyada küresel sorunlara karşı evrensel çözümler üretebilmek için böylesine önemli bir demokratik kazanımı sağlamamız lazım.

Suriye yönetiminin kafasında böyle bir şey var mı?

“DEMOKRASİ BZİM KÜLTÜRÜMÜZE HİÇ UZAK DEĞİL”

Demokrasi tecrübesinden bahsediyorum. Bizim Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk açılışında böyle bir şey vardı. Benim meclisteki odamda da var. Ve şavirhum fil emr ve emruhum şura beynuhum. Yani işlerinizi danışarak, istişare ederek, birlikte karar alarak yürüyün.

Yani demokrasi aslında esas itibariyle bizim kültürümüze, bizim medeniyetimize de hiç uzak olmayan, tam tersine birlikte hareket etmenin sürekli tavsiye edildiği, telkin edildiği bir kültüre sahibiz. Şimdi Cumhuriyet’in ilk kuruluşunda da bu bayrağı ortaya koymuşuz. Ve o zaman Türkiye şartları içerisinde demokrasi de bilinen bir şey değildi. Ama bu kültürü ciddi bir şekilde kullanarak geliştirdik. Zaman içerisinde tek parti dönemi geride kalmış, o dönemdeki uygulamalar geride kalmış ve milletimiz çok güçlü şekilde demokrasiyi benimsemiştir. Hele rahmetli Menderes’le birlikte başlayan süreçte de. Hem demokrasiyi hem İslam kültürünü birlikte yakınlaştırmaya çalışılmıştır. Ve yıllar içerisinde büyük mesafe alınmıştır. Suriye’nin sosyolojisi de biraz sanki buna müsait mi? Yani bu anlamda hem demokrasiyi arzu eden hem de belli değerlere sahip bunların korunmasını arzu eden.

Suriye’nin sosyolojisi buna müsait mi?

Müsaitten ziyade Suriye’nin sosyolojisi böyle bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Hem müsait ama onun ötesinde, çeşitlilik içerisinde. Hadi önceki dönemleri silelim ama 2011’de eğer Suriye’de olaylar başladığında demokratik temsil gücü yüksek bir sistem kurulabilseydi, yani herkesin için içerisinde olduğu, yönetimin içerisinde olduğu, temsil edildiği bir sistem olsaydı Allah aşkına 8 milyon insan evlerini terk etmek zorunda kalır mıydı? Bir milyonun üstünde insan öldürülür, şehit edilir miydi? Yani bu süreç kendiliğinden bir dönüşüm. Şimdi çok ağır bir bedel. İnsanlık tarihinin en ağır ödenmiş bedeliyle birlikte bu noktaya geldi.

TÜRKİYE SURİYE’DE NE YAPACAK?

Ümit ederiz, tavsiye ederiz ki bundan sonra belli yanlışlıklara, geçmiş dönemde yapılan yanlışlıklara düşünmeden ve oradan çıkarılan derslerle birlikte herkesin eşit ve özgür yurttaşları olduğu bir Suriye’nin inşa edilmesi mümkün olsun.

Biz ne yapacağız Türkiye olarak katkımız, etkimiz yeni Suriye inşa edilirken?

Yani biz nasıl Suriyeli kardeşlerimiz göç etmek zorunda kaldıklarında yardım elini uzattıysak Suriye’de Rejim değiştikten sonra, muhalifler şehirleri ele geçirdikten sonra, yeni rejimin kurulması, yeni sistemin kurulması ile ilgili çabaları ortaya koyduğundan sonra yine Türkiye olarak aynı şeyi yapacağız. Elimizi uzatacağız. Buyurun birlikte hep beraber ayağa kalkalım diyerek ne gerekiyorsa onlara her türlü desteği vermeye gayret edeceğiz.

“KALMAK İSTEYENLERE DE BAŞIMIZIN ÜSTÜNDE YERİ VARDIR”

Bir de tabii yani Türkiye’de doğanlar, ana dili Türkçe olanlar, şimdi onlar, bilemiyorum herkes gidecek mi ama bir artış şimdiden gözüküyor. Bir esasen şunu da tabii Almanya’da tartışıyor mesela, herkes gitmeli mi gitmemeli mi, Alman şansölyesi herkes gitmemeli diye bazı açıklamalar da yapıyorlar. Hem bu manada yani herkes gitmeli mi, Yoksa bazılarını tutmalı mıyız Türkiye olarak? Bir de bir hani dil çok önemli bir hazinedir değil mi? Yani birçok ana dili Türkçe, sonradan Türkçeyi burada öğrenenler şimdi oraya gidecekler, orada iş kuracaklar, iş güç sahibi olacaklar. O bir hani bunu bir fırsata dönüştürme imkanı nasıl olabilir? Yani şüphesiz yani her alanda çok da iyi eğitim alan Suriyeliler var, özellikle gençlerden. Yani buraya diyelim 10 yaşlarında gelen ya da işte yeni doğup buraya gelen çocuklar liselerini okudular, bitirdiler. Üniversiteleri okudular, bitirdiler. Burada iş kuranlar oldu. Oradaki çok iyi kalifiye elemanlar burada geldiler, burada çalıştılar. Dolayısıyla bunların hepsi hem Türkiye’yi seviyor hem de dediğiniz gibi Türkçe konuşuyor. Türkiye’nin Suriye’nin birçok yerinde bundan sonra birebir temsilcisi olan çok büyük bir kitle olacak. Türkiye nasıl ilk anda o Esed’in bombalarından, işkencelerinden, baskılarından, zulmünden kaçanlara kapılarını açık kapı politikasıyla sürdürdüyse bundan sonra da tavrı bellidir. Biz Suriyelilerin güvenli, gönüllü bir şekilde geri dönüşlerini temin etmek için her türlü desteği onlara veririz. Ama burada kalmak isteyenlere de başımızın üstünde yeri vardır. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımızın ilk anda açıklamış olması da aynen açık kapı politikasında ilk anda gösterilen tavır gibi önemlidir. kalmak isteyen burada başımızın üstünde yer var ama zaten görüyorsunuz insanlar belirsizlik ortamında dönüyorlar evleri yerinde mi değil mi bilmiyorlar akrabaları kaldı mı kalmadı mı bilmiyorlar ama sonuçta bülbülü altın kafese koymuşlar illa vatanım illa vatanım ve bu insanlar vatana dönmek için kendi vatanlarına dönmek için yollara düştüler bile esas gönüllü dönüş şimdi şartları müsait hale geldi güvenin oluşması yeni sistemi kurulmasıyla birlikte ilk beklenti tekrar ülkelerine dönecekler için tam manasıyla bir güvenlik ortamının temin edilmesidir.

Şimdiye kadar çok şükür gayet iyi görünüyor ve böyle kökleşerek devam etmesini isteriz. Ama dediğim gibi benim de kanaatim, daha yıllar evvel de söylüyorduk, şartlar ne kadar iyi olursa olsun bir miktar Suriyeli kardeşimiz zaten burada kalacak. Yani işin doğası, tabiatı gereği budur ama çok büyük bir çoğunluğunun ülkelerindeki şartlar iyileştikçe oraya güvenli bir şekilde, gönüllü bir şekilde döneceklerini zannediyoruz.

RUSYA VE İRAN GERİ DÖNER Mİ?

Biraz mecbur kaldılar ve çok çaresizce geri çekildiler sanki. Acaba bilenip bir şekilde, özellikle İran açısından böyle şeyler duyuyoruz. Yeniden Suriye’ye dönüş yollarını arar mı?

Şimdi yani Rusya’nın Suriye’de bulunmasının temel amacı yani Orta Doğu’da bir sürü ülke var. Bir sürü ülkenin burada havaalanları üstleri var. Bir sürü ülkenin askeri varlığı var. Ve tabi kendisine de yatkın ve yakın bir rejim olarak Esed rejimi Rusya’nın Suriye’ye gelmesini ve orada kalıcı bir takım unsurlar oluşturmasını arzu ediyor.

Esed olmadığına göre ve bundan sonraki süreçte orada Rusya’yı davet edecek hiçbir yönetim olmayacağına göre bunu beklemeyiz. Böyle bir şey olacağını tahmin etmiyorum. En önemli koz oydu değil mi? Devlet davet ediyor diye Ruslar kullanıyordu onu. İran’ı buraya davet eden temel şey ise maalesef mezhepçilik. Yani yeni yönetim, ümit ederiz ki bir mezhepçi politika izlemeyeceği için, izlememesi gerektiğini bildiği için ortaya mezhep üzerinden siyasi bir tartışmanın çıkmayacağı bir Suriye oluşacağına inanıyoruz.

Dolayısıyla bu da İran’ın herhangi bir şekilde müdahale etmesini gerektiren bir zemini ortada bırakmayacak. Fiilen Rusya’nın da, İran’ın da Suriye’ye müdahale etmesinin imkanı, mazereti diyelim ortada olmayacağı için ben tekrar geri dönüşlerinin olmayacağı kanaatindeyim. 

PKK SURİYE’DE MEVZİ KAYBETTİ

Münbic-Tel Rifat’tan çıkartıldılar. Bu geriden noktayı siz hani ilk günlerde bu PKK’ya yarayacak şeklinde yorumlayanlar da olmuştu. O konudaki okumanız nedir bu gidişata dair? PKK’ya pek çok Türkiye’ye dönük temel tehdit algısı oradan geliyor.

Şimdi biz yıllardır söylüyoruz. Nihayetinde Amerika Birleşik Devletleri bu bölgede farklı etnik, mezhebi ayrışmalar olmasını istese de, demin söyledim, örtülü söyledim, şimdi daha açık söyleyeyim. Ama sonuçta Amerika Birleşik Devletleri bu bölge politikalarında şuna bakacak.

“TÜRKİYE’Yİ TERCİH ETMEK ZORUNDA KALIRLAR”

Bir tarafta diyelim ki 30-40 bin militanı olan bir PYD-YPG mi? Yoksa Orta Doğu’da bu kadar türbülansa rağmen, bu kadar istikrarsızlığa rağmen bir istikrar adası olarak duran, şu anda 86 milyon nüfusu olan, yakında 100 milyon nüfusunu aşacak olan ve farklılıkları bir arada demokratik bir rejim altında bütünleştirebilmiş olan Türkiye mi? Ben Amerika’nın çok açıktan PYD-YPG’ye destek verdiği günlerde bile hep bunu söyledim. Nihayetinde Amerikan menfaatleri, evet burada belki PYD-YPG’yi silahlandırıyorlar başka bir takım çıkarları için ama sonuçta tercihe geldiği zaman hiç kuşkusuz Türkiye’yi tercih etmek zorunda kalırlar. Bu şartlarda Amerika’yı oraya doğru götürür.

TRUMP’IN ‘KARIŞMIYORUZ’ AÇIKLAMASI

Niye karışmıyoruz dedi? Üç hafta evvel ilginç bir demeç verdi Zelenski. Yani bu olayların Suriye’deki özgürleşme sürecinin başlangıcından evvel. Bizim dedi topraklarımızı bizi NATO’ya almak karşılığında, NATO üyeliğimiz karşılığında topraklarımızın bir kısmını işte Donetsk gibi o Rusya’nın ilhak ettiği yerleri doğusundaki yerleri zaten nüfusun çoğunluğu da Rus olduğu bölgeleri toprakları vermeye razı olabiliriz dedi.

Bunu Trump’ın ben gelirsem bir günde çözerim demesini şöyle bir yaklaştırın. Şimdi dolayısıyla Trump bir kere Rusya-Ukrayna savaşını bitirmek istediğini ortaya koyuyor. Temel hedefinin de özellikle Çin olmak üzere Asya Pasifik bölgesine giderek orada küresel güç mücadelesinde öne çıkmak için orada daha etkin bir siyaset izleyeceğini zaten daha belki döneminde de ortaya koymuştu.

O zaman çok açık ticaret savaşları ismini de koyarak yani savaş ediyoruz. Cinnet bir ticaret savaşı başlattım diyerek bu işlere girmişti. Şimdi muhtemelen Orta Doğu’da bu kadar büyük bir sıkıntının olmaması, bu kadar büyük harplerin darplerinin olmaması ama kendi odağını uzak doğuya doğru yöneltmek gibi bir siyaset izleyeceği tahmin ediyoruz.

Öyle olursa biraz daha bu YPG’ye de olmak üzere bir takım terör örgütlerinin, bunun içerisine daha yeşil de koyarak söylemek isterim, yalnızlaşacağı, eski lojistik ve askeri destekleri bulamayacağını tahmin edebiliriz. Ama nihayetinde maalesef bu örgütlerin anlayacağı dil, onların karşısında kendi anladıkları dille durabilmektir. Ve Türkiye’de burada şaka yapmadığını, hiçbir şekilde kendi topraklarını korumak ve bölgede yeni bölünmelerin önüne geçmek için çok ciddi tedbirler aldığını ortaya koydu.

Bir PYD-YPG varlığı işin içerisinde durabilir ama belki kendisini bir şekilde koruyacaktır. Ama muhaliflerin de ilk açıkladığı şey, hususlardan birisi, bölgede hiçbir terör örgütüne müsaade edilmeyecektir. Türkiye olarak da biz artık terör örgütleri cennet haline getirilmiş olan Suriye’nin bu durumunun tamamıyla sonlandırılması, DAEŞ ve PYD başta olmak üzere terör örgütlerinin Suriye’den de etkisiz hale getirilmesi, temizlenmesi gerektiği kanaatindeyiz.

“BÜYÜK İSRAİL PLANINI BİLMEDEN ORTA DOĞU HAKKINDA KONUŞMAK MÜMKÜN DEĞİL”

Bu örgütün lehine değil, aleyhine geliştiğini söylüyorsunuz. Peki ama mesela bir de İsrail faktörü var efendim. Sürekli bombalıyorlar bütün Suriye’nin donanmasını bombaladılar, uçaklarını, helikopterlerini. Biraz Golan Tepelerinden içeri girdiler, Şam’a doğru yaklaştılar. Onların da bir oyun planı var. O oyun planı içerisinde mesela yapılmış bazı açıklamalar var. İşte Kürtler diyorlar ama herhalde PKK, YPG orada kastediliyor. Onları desteklemeliyiz diye İsrail Dışişleri Bakanı’nın. Evet, daha açık konuşuyorlar hatta. Oradan gelen bir güvenlik tehdit algısı Türkiye’ye dönük söz konusunda.

Yani siyonizmin Büyük İsrail planını bilmeden Orta Doğu hakkında konuşmak mümkün değildir. Herhangi bir Orta Doğu meselesiyle ilgili konuşuyorsak mutlaka bu plan aklımızın bir yerinde olmak durumundadır.

Çünkü bu sadece ütopik kağıt üzerinde yazan hayali bir plan değildir. 1948’den bu yana gün gün, adım adım, adım adım uygulanan ve bu noktaya gelen bir plandır. Bana mesela bize birisi deseydi ki 20 sene evvel ya İsrail bir gün kalkacak, Gazze’deki bütün insanları bombalayacak, evlerin hepsini yıkacak, 50-60 bin kişiyi öldürdüğü bir büyük soykırım yapacak ve dünya buna seyirci kalacak. Olur mu öyle şey derdik? Oldu. Oldu, evet.

Yani İsrail adım adım, işte birkaç köy alıyor, birkaç kasaba alıyor, üstüne yatıyor, bütün dünya ayağa kalkıyor. İşte Birleşmiş Milletler kararları çıkıyor falan filan… Sonra unutuyor, herkes unutuyor işini. İsrail’in zaten stratejisi bu. Nil’den Fırat’a kadar olan bölümü tamamıyla kendi kontroller altına almadıkça, Netanyahu’nun Amerikan kongresindeki konuşmasının özeti bir cümleydi aslında.

Biz Orta Doğu’da Arapların yaşamasına karşı değiliz ama Araplar da bizim kölemiz olarak yaşarlarsa, yaşamalarına müsaade ederiz. Şimdi bu bir zihniyet, bu bir anlayış. Bu bir inanç yani. Seçkin ırk diye kendilerine. Bunu tercihlerin içerisinde bir tercih olarak görmüyor adamlar. Bunu kendi inançlarının bir parçası olarak görüyorlar.

“İSRAİL’İN HESAP ETMEDİĞİ ŞEYLER DE OLDU”

İşte Amerika Birleşik Devletleri’nde uzun yıllardır da etkili olan Neokonlarla da iç içe bunu tam bir şekilde küresel eylem planına dönüştürmüş vaziyetteler. Ama İsrail’in hesap etmediği bazı şeyler de oldu. Bunu da görmemiz lazım.

Bunlardan bir tanesi, dünyanın her yerinde Netanyahu ve çetesine karşı çıkan, haktan, hukuktan, adaletten, insaftan, vicdandan yana olan milyonlarca insan sokaklara çıktı. Hükümetlerine rağmen, işte Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de bilmem, İspanya’da, Amerika’da… Akla hayal gelmez. Rektörlerin atıldığı yerlerde insanlar gösterilerini yaptırıyorlar. Latin Amerika ülkelerinde, Asya, Afrika ülkelerinde. Ve ortaya insanlık cephesi dediğimiz çok kuvvetli bir cephe çıktı.

Bunlar dinleri, mezhepleri, meşrepleri, ırkları Filistinlilere uymasa bile insanlık vicdanında, ortak vicdan anlayışında buluştular. Kendilerini hatta diyebilirim ki Filistin’den daha fazla Filistinli hissetmeye başladılar. Bu fevkalade önemli bir gelişmedir.

Zaten böylesine büyük bir küresel kamuoyu oluştuğu için, İsrail aleyhine, Hristiyan aleyhine bir kamuoyu oluştuğu için, mesela Uluslararası Adalet Divanı’nda Netanyahu ve çetesi hakkında bu karar çıkabildi. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde aynı şekilde. Sonuç şu, dokunulamaz zannedilen İsrail’e, hesap veremez, kimse hesap soramaz zannedilen İsrail’e dokunuldu, hesap soruldu.

“İSRAİL’İN İYİ GÜNLERİDİR”

Ben şuna inanıyorum, eğer böyle devam ederlerse bu İsrail’in iyi günleridir. İsrail hükümetine çok daha kötü günler bekler. Şimdi İsrail efendim yayılmacılık yapacak, Suriye’yi ele geçirmeye çalışacak.

Eyvallah yani şimdi tamam yani bu bilinmez bir şey değil, herkesin bildiği bir şey. Ama bunun gereğini yerine getirmek lazım. Türkiye’de onun için hani bizim atalarımız ya, kimsenin bizim mücadele etmek, savaşmak falan gibi bir derdimiz yoktur. Biz Orta Doğu’da baştan sona bir barış istiyoruz ama diyor ya, hazır ol cenge, eğer istersen sulhü salah.

Eğer gerçekten barış ve esenlik istiyorsanız gücünüzü de ortaya koyacaksınız. Ben bu çerçevede bunu bilmek lazım. Bu bilip ama bunu bir paranoyaya döndürmeden. Türkiye büyük bir millet. Asırlar boyunca… Yani her istediğini yapabiliyor gibi bir peşin hüküm, bir teslimiyet duygusuna kapılmamak lazım. Bir batılıyla bu Kudüs meselelerini konuşurken şunu söyledim.

Yani siz uzaktaki bir bölgede olan gelişmeleri izliyorsunuz. Biz ise bizim burnumuzun dibinde ve ecdadın ayak izlerinin bulunduğu yerleri üzerinde dikkatle takip ediyoruz ve Yafa kapısındaki La İlahe İllallah İbrahim Halilullah’ı anlattım. Eğer bu bölgede barışı istiyorsanız gerçekten yani o kadar düşünebiliyor musunuz? Bu kanuni dönemi değil mi? Evet Osmanlı’nın zirvede olduğu dönem. Orada Yahudiler yani İseviler ve Museviler gücenmesinler diye oraya La ilahe illallah Muhammedun Resulullah yazmıyor. Hepimiz İbrahim’in çocuklarıyız. İbrahim Allah’ın dostudur. Allah’tan başka ilah yoktur ve İbrahim Allah’ın dostudur. Yani İsevileri ve Musevileri de Müslümanlarla birlikte aynı İbrahimi çatının altına almaya çalışıyor. Dedim bakar mısınız şu nezakete. Böyle görürseniz dünyanın hiçbir yerinde savaş olmaz, çatışma olmaz. Yani biz böyle bir birikime de sahip olan bir milletiz. Dolayısıyla ben Türkiye Allah’ın izniyle güçlendikçe, güçten kastım sadece askeri güç değildir tekrar söylüyorum. Askeri güç, eyvallah teknolojik güç, özellikle yüksek teknolojilerdeki gücümüz, Türkiye’nin kendi iç kalesini tahkim etmesi, yani demokrasimizin daha güçlü hale getirilmesi, Türkiye’de bütün farklılıkların bir arada çok daha güçlü bir şekilde kaynaşması ve kardeşlik ikliminin oluşturulması ve bütün geniş çevremizde oluşan bu gönül köprülerinin de tahkim edilmesi. 

Böylece Allah’ın izniyle Cumhuriyetimizin ikinci asırda sözü güçlü, gücü tesirli bir Türkiye’nin yüzyılını ortaya çıkaracaktır. Şimdi terörsüz Türkiye diye bir konsept kullanacağız. 

Biz terör derken yeni bir olaydan bahsetmiyoruz. 1978’den itibaren Eruh baskınıyla birlikte başlayan ve herhalde 40 binin üstünde insanımızın hayattan koparıldığı son derece kanlı bir tablodan bahsediyoruz. Yani işte bugün Reyhanlı’daki 53 kişinin öldürüldüğü o saldırının yıl dönümü. Ankara Garı’ndaki katliam, işte İstanbul Havalimanı’ndaki… O Reyhanlı saldırısında Esed değil mi sorumlusu? Evet. Çeşitli… Türkiye bedelini ödemiş.

PKK başta olmak üzere terör örgütlerinin Türkiye’ye yapmış olduğu saldırılarla çok ağır bir bedel ödemiş. Türkiye hep terör derken başkaları gibi bir hikayeyle ilgilenmiyor. Fiilen yaşadığı ve maalesef kendisini derinden sarsan bir gerçekle yüz yüze kalıyor.

Hatta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Anadolu’yu biz dolaşıyoruz. Her yerde, her ilçemizde şehit yakınları vardır, şehit aileleri vardır. Bu anlamda bunun bir an evvel bitirilmesi, bir daha konuşulmamak, bir daha böyle bir tehditle karşı karşıya kalmamak üzere rafa kaldırılması, gündemden kaldırılması Türkiye’nin fevkalade önemli bir önceliğidir.

Bunun için özellikle son yıllarda sınır içinde ve sınır dışında terör örgütlerine karşı çok etkin bir mücadele yapılıyor. Türkiye’nin birçok yerinde çok şükür, hatırlayın o çukur eylemlerini, her gün insanların öldürüldüğü o süreçleri. Onların artık esamesi yok, hepsi geride kaldı. İçeride terör örgütlerinin hareket edemeyeceği bir Türkiye oluşturulmaya çalışıldı.

Terörü arkasındaki desteklerin de ortadan kaldırılması şarttır. Bu niyet Türkiye’nin samimi, sahih ve açık bir niyetidir. Biz bu anlamda da başından itibaren terör örgütleriyle, diyelim ki PKK ile Kürt halkını tamamıyla birbirinden ayırt ediyoruz.

Kürtler bu ülkenin kuruluşunda var olan, bu ülkenin kurucu ortaklarından olan, kurucu sahipleri olan bir halktır, bizim kardeşimizdir. Türkiye’nin bütününün temsil eden yapının ana unsurudur. Ve açık söyleyeyim Kürtlerin büyük çoğunluğu da hiçbir zaman ayrılıkçılıktan yana olmamıştır.

Eğer Kürtler ayrılmadan yana olmuş olsaydı uzun yıllar süren bu terör saldırılarının sonucunda Türkiye bambaşka bir noktada olurdu. Dolayısıyla bizim Kürt kardeşlerimizin hakkını, hukukunu koruyarak onların daha iyi ortamda yaşamasını sağlayacak ve bütün aidiyetlerini gösterecek işleri yapmak. Ama terör örgütlerine de asla müsamaha etmemek gerektiğini biliyor ve bu istikamette hareket ediyoruz.

Tabi terörün bir de sınır dışından gelen destekleri vardı. Şunu çok net söylüyorum, yıllardır söylüyorum, bir kere daha söyleyeyim. Eğer terör örgütlerini destekleyen ülkeler bugün karar alsınlar, terör örgütlerini artık desteklemiyoruz diye, bilemediğiniz bir ay sonra dünyanın hiçbir yerinde bir tane terör örgütü kalmaz. Bunu daha önce de söylemiştiniz. Ama çok açık. Bir de son yıllarda vekalet savaşı diyerek böyle kibar bir tabir buldular.

Yani artık biz bu dünyanın birçok yerinde, diyelim işte Afrika’da bir şey mi oluyor, kendimiz oraya elimizi sürmeyeceğiz, lejyonerlerimizi göndermeyeceğiz, maşalarımızla orayı karıştıracağız. Efendim Orta Doğu’da bir şey mi oluyor, maşalarımızla karıştıracağız. Terör örgütleri bu uluslararası ilişkileri ve vesayet, vekalet savaşlarını kullanmak isteyenlerin aletleri olarak, maşaları olarak kullanıldılar. Bu dönem artık sona ermelidir. Ve özellikle inşallah Suriye’de de çok ciddi, disiplinli, güçlü bir devlet yapısı ortaya çıktıktan sonra çok büyük mesafe alınacağını düşünüyorum.

Hani orada YPG eğer zayıflarsa, Türkiye’ye dönük bir pozitif karşılığı bunun olmaz mı?

Olur tabii, olmaz.

Peki o süreç nasıl gelişecek? Hem Suriye’nin kuzeyinde hem Irak’ın kuzeyinde. Şu anda Irak’ın kuzeyinde dikkat ederseniz orayla iyi ilişkiler geliştikçe oradaki terör örgütü uzantılarının da etkileri azalıyor.

Demin ki dillendirdiğiniz teze uygun bir çerçeveye doğru orası ilerliyor.

BAHÇELİ’NİN ÇAĞRISI

Bahçeli’nin bu çağrıyı samimiyetle, iyi niyetle yaptığını ve bu kadar ağır bedeller ödemiş olan ülkemizin daha fazla bedel ödememesi gerektiğini, bunun için de terör örgütünün silahtan vazgeçmesini ve kendini lav etmesi gerektiğini düşünerek bunları söylediğini biliyorum. Ve ümit ederim ki süreç bu istikamette devam eder.

Şimdiye kadar olan gelişmeler ümit verici. Onu bekliyoruz. Suriye meselesiyle belki eş zamanlı olarak içeride de her ne kadar birbiriyle bağlantılı görünmese de içeride de terör örgütü artık biz bundan sonra silahları bıraktık açıklamasını yapar ve Türkiye 78’den beri üzerinde ağır bir yük olarak Kürtlerin özellikle Kürtlerin bölgedeki Kürtlerin ve bütün Türkiye’deki Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının üzerinde ağır yük olan bu terör belasını artık kendimize alacağız. Bu şekilde bu işi sona erdirme iradesi dilendiriliyor. Bunun şartları şu an devlet olarak bu irade ortaya konuluyor. Şimdi terör örgütünde aynı iradeye cevap vermesini beklemek lazım.

YENİ ANAYASA ÇALIŞMALARI

Yeni dönem Ekim’de açıldı o zaman, başlayacaktı bu anayasa turları, görüşmeleri. Anlaşamıyorlar mı?

Şimdi tabii yani ilk turda ben ziyaret ettim. Partilerin bir kısmı bize geldiler. Herkesle görüştüm. Mecliste 14 parti var. Bir parti hariç mecliste temsil eden bir parti, biz bu görüşlerde yokuz dedi. Dolayısıyla onların dışında bütün 13 partinin hepsiyle, mecliste temsil edilen 13 partinin tamamıyla temasımız oldu. Ama bu temastan evvel şunu da açıkça söylemek lazım.

Türkiye’deki bu 13 parti ile ilgili söylüyorum. Hepsinin ya seçim beyannamelerinde, ya parti programlarında, parti metinlerinde ya yeni anayasa tabirini kullanmışlar, ya köklü bir anayasa değişikliği teklifinde bulunmuşlar. Dolayısıyla yani anayasa değiştirelim meselesi ne benim şahsi meselemdir, ne herhangi bir partinin tek başına meselesidir.

“KAPIYI TAMAMEN KAPAMADILAR”

Siyasi partilerin hepsi geçmiş dönemlerde Türkiye’nin 12 Eylül anayasasından kurtulması gerektiği, yeni demokratik bir anayasanın yapılması için çabalaması gerektiğini ortaya koymuşlar. Dolayısıyla bu elimizde önemli bir veri olarak duruyor. İkincisi, ilk tur bu görüşmelerde, evet eleştiren partiler oldu. Bazı konularda özellikle hükümet uygulamalarını eleştiren partiler oldu. Hatta kamuoyunun önünde söyledikleri için de söyleyeyim, önce anayasaya uyun, ondan sonra anayasayı tartışalım dediler. Bütün bunlara rağmen, kapıyı tamamıyla kapamadılar.

Kapamamışlar idi. Araya tabii başka şeyler girdi. İşte biz Ekim’de başlamayı düşünüyorduk ama inşallah yılbaşından sonra bu bütçe görüşmeleri bittikten sonra tekrar partilerin bir araya gelmesi için gayret sarf edeceğiz.

Dediğim gibi bu benim şahsi meselem değil. Niye Türkiye’de yeni bir anayasaya ihtiyaç var? Diyoruz ya Cumhuriyetimizin ikinci asrı. Cumhuriyetimizin ikinci asrında Türkiye 100 yıl dediğimiz güçlü bir Türkiye oluşturma hedefine sahip olduğumuz bu asırda parlamentonun üzerine düşen sorumluluklardan birisi de yeni bir anayasa yapmak mecburiyetidir.

“ANAYASALARIN RUHU VARDIR”

Efendim zaten bu kadar değişiklik yaptınız anayasada. Ne gerek var? Ne gerek var denemez. Anayasaların ruhu vardır.

Ben bunu söylediğim zaman birileri rahatsız oldu bundan ama oran aldı kaçtı hoca. 12 Eylül anayasasını yaptıktan sonra danışma meclisinde, o günkü adıyla danışma meclisinde bazı milletvekilleri teklifte bulunuyorlar. Anayasanın bazı maddeleriyle ilgili.

Zabıtlar da var. Orhan Aldıkaçlı Hoca diyor ki, arkadaşlar diyor, bu anayasa 12 Eylül rejiminin getirdiği bir anayasadır ve her maddesinde 12 Eylül’ün ruhu vardır diyor. Biz söylemiyoruz, anayasa yapan adam söylüyor.

Bir madde bile kalsa o ruh orada mı? Yani onu değiştirmek nedir? Ruhtan bahsediyorsak ne demek? İşin sahibi kim? İşin sahibi millet. Milleti yaşat ki, insanı yaşat ki devlet yaşasın. İşin sahibi millet.

Türkiye’nin özgürlükçü, kapsayıcı, demokrat, efendim güçler ayrımı prensibini şeksiz şüphesiz ortaya koyan, Hukukun üstünlüğü prensibini pekiştirerek ilerledi. Bir anayasaya ihtiyaç var. Bu anayasanın diliyle ilgili, çok maddeli olmasıyla ilgili çok tartışma yapılabilir. Bendeniz özellikle tartışmaların önünü kapamamak için bugüne kadar anayasanın muhtevasıyla ilgili bir kelime söylemedim. Sadece nasıl yapılacak? Bunun doğru zeminde yapılması lazım. Bu doğru zemin Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.

ANAYASA ÇALIŞMALARI İÇİN PORTAL OLUŞTURULACAK

Bu doğru zeminde bu tartışmalar yapılırken tabii ki toplumun bütün kesimlerinin görüşlerini alacağız. Üniversitelerin, akademi dünyasının, hukuk dünyasının, STK’ların, geçen İstanbul’da STK’larınla yaptığımız bir toplantıda da aynı şeyi söyledim. Sadece Meclis’ten bunu beklemeyin. Her bir STK ne bekliyorsa kendi alanlarıyla ilgili illa bütünleşik bir anayasa değişikliği teklifine ihtiyaç yok. Bir iki maddede de teklifler yapabilirsiniz. Bununla ilgili de bir portal oluşturarak Türkiye’de gelecek olan bütün fikirlerin orada toplanacağı bir zemini oluşturmaya çalışıyoruz.

ANAYASA ÇALIŞMALARI NE ZAMAN BAŞLAYACAK?

Sonunda bu doğru yöntem yani sivil olması demek bir anayasanın sadece siviller tarafından yapılması anlamına gelmez. Yani ikimizi bir odaya koyarlar. İşte Orhan Aldıkaçtı. gayet de sivil bir adamdı. Ama sivil zihniyetli bir adam değildi. Ve anayasan yapılma şekli de sivil bir süreç değildir. Sivil bir süreç. Herkesin katıldığı, toplum kesimlerin işinin içerisinde olduğu şeffaf bir süreçte bu işin yönetilmesi. Sonunda da ümit ederim ki parlamentodaki partiler olumlu bir yaklaşım sergilerlerse iyi bir yöntemi bularak yani geçmişte geçmiş dönemlerde komisyonlar falan kurulmuştu mesela. Kurulmuştu. Büyük bir müktesebat var. Şuna da anlamaya çalışıyoruz. Bu kadar çok anayasa değiştirme niyetine rağmen niye şimdiye kadar siviller bir anayasa yapmaya muktedir olamadı? Bunun da cevabını işin içerisine koyarak ve bunu asla ve asla siyasi partiler polemiği haline çevirmeksizin. Çünkü biliyoruz ki bir partinin anayasası olmaz. Birkaç partinin anayasası olmaz. Anayasa teklifi olur partilerin ama anayasa milletin anayasası olur. Ümit ediyorum bu iyi niyetli bir çalışma ortamıyla, zihnimizden geçen Ekim’de başlatmakta ama şimdi yıl sonu itibariyle eğer partilerden olumlu bir yaklaşım olursa Türkiye’ye de açarak önümüzdeki sene 2025’in yeni yasama yılıyla birlikte de parlamentoda yasalaşma sürecini başlatarak bu çalışmaları sürdürebiliriz.

Bunu çok yaygınlaştırmadan çok uzun yıllara zaten sirayet etmeyecek bir şekilde iyi planlanmış aceleye getirilmeyen ama kısa bir süre içerisinde bitirmemiz en doğru yoldur diye düşünüyorum.

KAYNAK: HABER7

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

300x250r
300x250r